Efrîn’de Türk devletine bağlı Firqet El Hemzat çeteleri tarafından kaçırılan 11 kadın arasında bulunan Nadia Silêman, zindanda yaşadığı işkenceyi ve kurtulma sürecini anlattı.
Efrîn 18 Mart 2018’de işgalci Türk devleti ve bağlı çeteleri tarafından işgal edildi. Efrîn işgalinin 3’üncü yıl dönümüne yaklaşılırken, işgalci Türk devleti ve bağlı çetelerinin Efrîn’de sivillere yönelik işlediği suçlar gün be gün artıyor.
Nadia Silêman adlı genç kadın da işgalci Türk devleti ve bağlı çetelerinin insanlık dışı suçlarına maruz kalmış kadınlar arasında.
1996 doğumlu Nadiya Silêman, Efrîn işgal edilmesinden sonra, eşiyle birlikte Efrîn’e döndü. 25 Mayıs 2018’de eşinin kendisini telefonla arayarak kendisinin kaldığı yere gittiğini, daha sonra onu kaldığı yerden alarak bir başka yere götürdüğünü, burada da Türkçe konuşan ama tanımadığı kişiler tarafından sorguya alınıdığını, söyledi.
Nadia, işgalci Türk devletine bağlı askeri istihbarat merkezinde gecenin geç saatlerine kadar kaldığını ve Ebu Leyis El Heskawi adlı çetebaşı tarafından soruşturmaya alındığını kaydetti.
Türk devletine bağlı istihbarat merkezinde tutulduğunda bir çetenin kendisiyle Türkçe konuştuğunu söyleyen Nadia, “Türkçe konuştuğu için onu anlamadım. Daha sonra beni bir odaya götürdüler. Odada yüzleri kapalı 7 çete vardı. Burada da biri benimle Türkçe konuştu” dedi.
Bir çetenin kendisine birçok kez cinsel saldırı girişiminde bulunduğu belirten Nadia, daha sonra bir hücreye kapatıldığını ve burada bir ay kaldığını söyleyerek, “Bir ay boyunca fiziksel ve psikolojik işkence gördüm, cinsel tacize uğradım” diye konuştu.
2020 Mayıs ayında, sosyal medyada Firqat El-Hemzat çeteleri tarafından kaçırılan sekiz kadını görüntüleyen bir video yayınlandı. Nadia, görüntülerde ortaya çıkan kadınlardan biriydi. 25 kez çetelerce sorgulandıktan sonra, küçük bir odaya alındı ve ardından 40 erkek ve kadın mahkumun bulunduğu bir hapishaneye götürdü.
Nadia, çetelerin onu Firqet El-Hemzat hapishanesine götürdüğünü ve daha önce 11 kadın ve iki çocuğun bulunduğu bir odaya attığını söyledi. Nadia’ya göre kadın tutukluların ve iki çocuğunun isimleri: Loncîn Ebdo ve kız kardeşi Rojîn Ebdo, Nazlî Nesan, Roşîn Amonî, Roken Menla Mihemed, Ferida Hisên, Istêrban Ebdo, Valntîna Ebdo, Newroz Bekir ve her iki çocukları Îd ve Orcan.
Nadia, hikayesinin devamında şu acı verici bilgileri paylaştı: “Psikolojik baskı, işkence ve cinsel taciz nedeniyle birçok kez hayatımı sonlandırmaya çalıştım. Bu yüzden çeteler beni saçlarımdan tutarak yerlerde sürükledi. Giysilerimden sudan, yiyecekten ve hatta tuvalet ihtiyacıyla cezalandırıldım. Ardından kafamdan darbe yedim ve bilincimi kaybettim. Uyandığım zaman tek kişilik bir hücredeydim. Artık çetelerden taraf gelen hiçbir şeyi red edemez hale geldik”.
ÇETELER TARAFINAN UYGULANAN VAHŞİCE İŞKENCE YÖNTEMLERİ
Çetelerin birkaç ay boyunca 3-4 günde yalnızca bir ekmek ve bir parça peynir verdiğini dile getiren Nadia, yemek yemediği sürekli için hastalandığını ifade etti. Çetelerin kendisine ve beraberindeki kadınlara elektrik verdiğini, tırnaklarına ve bacaklarına iğneler batırarak işkence ettiğini anlatan Nadia, sorgu sırasında kıyafetlerinin yırtıldığını, kendisine yöneltilen suçlamaları reddettiği için işkence odasına götürüldüğünü ve odanın tavanına asıldığını söyledi.
Çetelerin kendisine ve beraberindeki kadınlara demir coplarla vurduğunu söyleyen Nadia, “Bilincimizi kaybettiğimizde üzerimize su döküp, bizi kendimize getirip tekrar elektrik veriyorlardı” dedi.
Her gün işkenceye maruz kaldıklarını kaydeden Nadia, “Bazen bir kişi işkence ediyordu bazen de toplu olarak. Çeteler çoğu zaman bize cinsel saldırıda bulunuyordu ve uyuşturucu hap veriyorlardı. Kışın üzerimize soğuk su döküyorlardı. İşkencelerden çocuklar bile nasibini aldı. Anne sütü alan bebeklerin emzirilmesine izin vermiyorlardı. Zindandaki tüm kadınlar her türlü cinsel, fiziksel ve psikolojik saldırıya, hakaretlerle karşı karşıya kaldı. İşkence odalarındaki çığlık sesleri hala kulağımda, hiçbir zaman unutamayacağım” ifadelerini kullandı.
Zindanda işkence gören erkeklerin seslerini de duyduğunu ve iki Kürt sivilin katledilmesine de tanıklık ettiğini kaydeden Nadia, “Hasan 3 kız çocuğu babasıydı, vahşi bir işkenceyle karşı karşıya kaldı. Daha sonra katledildiğini duydum” şeklinde konuştu.
Efrîn’in Mehmudiyê mahallesinde gizli bir zindanda birçok kez cinsel istismara maruz kaldığını söyleyen Nadia, şunları ifade etti; “Kadınlar, Türk devletine bağlı çete, asker ve istihbarat üyeleri tarafından cinsel istismara maruz kalıyordu. Çeteler çocuklara da işkence ediyordu. Çeteler, 7 aylık bir bebeğin ve bir buçuk yaşında bir çocuğun gözü önünde annelerine cinsel istismarda bulundu. Bir çete benimle Türkçe konuştu ve onunla evlenmemi istedi. Onunla evlenmem, ailem ve yakınlarımla ilişkimi kesmem karşılığında beni burada kurtarıp Türkiye’ye götüreceğini söyledi.”
Efrîn’in Mehmudiye mahallesindeki Firqet El Hemzat zindanında yaşadığı işkencenin 6 ay boyunca devam ettiğini dile getiren Nadia, “Zindanda bir kargaşa oldu, ardından slogan ve silah sesleri duyuldu. Daha sonra bazı kişiler zindana girdi. Üzerlerinde elbise olmayan birçok kadın ve hücrelerde kalan kadınlar cinsel istismarla karşı karşıya kaldı. Zindana girenler bize kaçmamızı söyleyip bizi bir araca bindirdiler. Daha sonra askeri karakola geldiğimizi, dışardan gelip Efrîn’e yerleşenlerle çeteler arasında çatışma çıktığını anladık. Daha sonra bu kişiler bizim bulunduğumuz zindana geldiler. O gün 28 Mayıs 2020’ydi. Bu günü asla unutmayacağım” şeklinde konuştu.
EL HEMZAT ZİNDANI ARDINDAN
Askeri hapishanede iki gün kaldığını belirten Nadia, “İki gün işkencesiz geçti, biraz ekmek ve su verildi. Bizim için hayal olan banyo yapmamıza izin vermediler. En son ne zaman yıkandığımı hatırlamıyordum. Askeri polis zindanında kaldıktan 48 saat sonra bizi tekrardan Firqet El Hemzat zindanına götürdüler. Bizi Efrîn’deki Mezin köyüne götürenler aynı kişilerdi. Ardından Ezaz bölgesinde bulunan bir hapishaneye götürdüler. Bu hapishanenin şartları diğerlerine oranla daha iyiydi. Burada tekrardan soruşturmadan geçtik, videolar kaydedildi ve birçok fotoğrafımız çekildi. Bizi kağıtta yazılanları ezberlemeye ve kamera önünde söylemeye zorladılar” ifadelerini kullandı.
Nadia, “Ben, içinde ‘ben teröristim’ yazılan metni okudum. Metinde, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Demokratik Suriye Güçleri (QSD) üyesi olduğum yazılmıştı. Hatta emrimde çalışan bir grupla Türk asker ve subaylarını öldüreceğimiz ve Türkiye’de bombalı saldırılar planladığımıza dair yazılar da yazılmıştı. Metni ezberlememiz için bizi birkaç saat dövdüler. Onların dediklerini kabul etmek dışında başka çaremiz yoktu” şeklinde konuştu.
Sêf Ebû Bekir adlı kişinin soruşturmadan ve bilgiden sorumlu olduğunu, bu kişinin Türk istihbaratına yakın ve Türk kimliğine sahip olduğunu belirten Nadia, “Bu kişi aynı zamanda Firqet El Hemzat zindanını yönetiyordu. Bizi önümüzdeki Arapça ve Türkçe yazılı kâğıdı imzalama zorladılar. Kağıtları imzaladık fakat içeriğini bilmiyorduk. Ardından terörist olduğumuzu itiraf ettiğimiz birçok görüntü çekildi” dedi.
Türkçe konuşan bir grup çetenin çıplak oldukları görüntüler çektiğini söyleyen Nadia, “Daha sona temiz kıyafetlerle görüntülerimizi çekip bu temiz kıyafetleri bizden aldılar” ifadelerini kullandı.
Nadia, çetelerin, kendilerini hapishanelerde işkence ve Erdoğan, Türk devleti, ulusal ordu ve güvenlik kurumlarına teşekkür etmeye zorladıklarını kaydetti.
Bir görüntüde işkence ve şiddet altında, terörist oldukları, bombalı saldırılarda ellerinin olduğu, QSD ve PKK’nin ajanları olduklarını söylediklerini belirten Nadiya, “İsteklerini kabul etmediğimiz zaman kıyafetlerimizi çıkarıp bize her türlü kötülüğü yapıp daha sonra videoya kaydediyorlardı. Onların isteklerini kabul etmek dışında başka seçeneğimiz yoktu. Videolarda Erdoğan’a teşekkür ediyorduk. Ardından bizi tekrar Bab’a götürdüler bir ay sonra da Efrîn’deki Marat Hapishanesi’ne götürüldük. Her seferinde soruşturmadan geçiyorduk. Suçlu ve terörist olduğumuzu söylemeye zorluyorlardı. Ayrıca hapishane şartlarının da çok iyi olduğunu söylememiz isteniyordu” dedi.
YARGILAMA
Kaçırılan kadınlar olarak ilk kez Marat’ta mahkemeye götürüldüklerini dile getiren Nadia o anları şöyle anlattı: “Başlangıçta yargıç askerdi. İsmini hatırlamıyorum. Bizden sessiz olmamızı ve yargıcın konuşma yapmasını beklememizi istediler. Sessiz kalmamız karşılığında af ile serbest bırakılacağımız söylendi. Ancak bu benim için önemli değildi. Konuştum ve hapishanede yaşadığımız işkence, cinsel istismar, fiziksel işkence, kötü muameleyi anlattım. Günahsız olduğumuzu, işkence altında ifade vermeye zorlandığımızı, tutuklu olan eşimi ziyaret etmeye giderken kaçırıldığımı, her şeyi anlattım. Ancak yargıç konuşmamı kesti, hapishaneye geri götürülmemi istedi ve beni tehdit etti. Beni bir kez daha hapishaneye götürdüler ve dövdüler. Ertesi gün yine askeri mahkemeye götürüldüm. Burada Türkçe ve Arapça yazılmış, içeriğini anlamadığım kağıtları imzalamaya zorladılar.”
Daha sonra sivil bir mahkemeye götürüldüğünü ve tehditlere rağmen bir kez daha konuşmaya karar verdiğini söyleyen Nadia, “Önce Ehmed Said adlı yargıç konuştu. Hapishanede kadınlarla olan deneyimlerini anlattı. Bilal Ebdo ve 3 kız babası olan Hasan amcaya dönük işkence ve katletme olayını anlattı. Zamanını konuşarak ve dalga geçerek geçirdi. Sonra hem kendi hem de ailemin onurunu korumam ve öldürülmemem için bu hikayeleri kimseye anlatmamamı söyleyerek beni tehdit etti” diye aktardı.
Çetelerin , içeriğini okumasına izin vermeden ellerine tutuşturdukları Türkçe ve Arapça yazıların olduğu kağıtları imzalamaya zorladığını dile getiren Nadia, “Çeteler görüntülerimi çekip beni tekrar hapishaneye götürdü. Daha sonra da hiçbir basın kuruluşuna konuşmamam, evden çıkmamam, yaşadığım olayları sosyal medya üzerinden anlatmamam şartıyla beni serbest bıraktılar” dedi.
‘EŞİMİN AKIBETİ HALA BELİRSİZ’
Ailesinin onu Efrîn’den çıkarmak için 300 dolar karşılığında bir kaçakçıyla anlaştığını belirten Nadia, güvenlik bir bölgeye ulaştığını ancak kendisinden birkaç gün önce kaçırılan eşinin akıbetinin hala belli olmadığını söyledi.